Tutuklandıktan sonra suçlamalardan feragat edilirse iftira ve hakaret hakaret sayılır mı?
“İftira ve hakaret”, başkaları hakkında temelsiz kötü sözler yayarak onların itibarını zedeleyen bir eylem olup, belirli koşulları karşıladığında, itibar zedeleme gibi suçlardan dolayı tazminat talepleri ve cezai yaptırımlarla karşılaşabilirsiniz.
Ancak, son zamanlarda, özellikle kolayca paylaşım yapılabilen sosyal medya platformları üzerinden, başkalarına karşı gösterilen saygısızlık içeren iftira ve hakaretler büyük bir toplumsal sorun haline gelmiştir.
Web sitemizde de, iftira ve hakaret sonucu itibar zedeleme suçunun oluşum koşulları, iftira ve hakaretlere karşı hukuki tedbirler, mağduriyet bildirimi nasıl yazılır, yorum yapanın kimliğinin belirlenmesi, iftira ve hakaret içeren yorumların nasıl silineceği gibi konuları, çeşitli açılardan ele aldık.
Bu sefer, bir tutuklama haberine ilişkin olarak, şüphelinin dava edilmemesi durumunda, ceza kanununda belirtilen “itibar zedeleme” suçuna girip girmediği konusunda, önceki yargı kararlarına dayanarak bir açıklama yapacağız.
Davanın Açılmaması Nedir?
Öncelikle, davanın açılmaması = suçsuzluk, yani suçsuz olduğu için dava açılmıyor gibi bir izlenim taşıyan birçok kişi olduğunu düşünüyorum, bu yüzden davanın açılmaması hakkında temel bir şeyi açıklıyorum.
Davanın açılmaması, bir savcının bir suç hakkında yaptığı incelemenin sonucunda, bir mahkemenin yargılamasına gerek olmadığına karar verip dava açmamasıdır ve davanın açılmama nedenleri arasında “şüphe yok”, “yetersiz şüphe” ve “dava açma erteleme” olmak üzere üç tür bulunmaktadır.
Şüphe Yok
Şüphe yok, bir soruşturmanın sonucunda, şüphelinin suçlu olduğunu kanıtlayabilecek bir kanıt olmadığı, yani bir şüphenin olmadığı anlamına gelir.
Yetersiz Şüphe
Yetersiz şüphe, şüphelinin suçlu olduğu konusunda bir şüphe olmasına rağmen, suçu kanıtlamak için yeterli kanıt olmamasıdır.
Dava Açma Ertelenmesi
Dava açma ertelenmesi, suçu kanıtlamak için yeterli kanıt olmasına rağmen, suçun hafifliği, derin pişmanlık ve rehabilitasyon olasılığı, mağdur ile yapılan anlaşma, toplumsal yaptırımın varlığı vb. çeşitli durumları göz önünde bulundurarak dava açmayı ertelemektir.
Davanın Açılmaması ve Beraat Arasındaki Fark
“Davanın açılmaması” (不起訴), şüphelinin yargılanmaması anlamına gelirken, “beraat” tamamen farklı bir terim olup, yargılama sonucunda bir kararla belirlenir.
Ayrıca, davanın açılmaması durumlarında da “şüphe yok” ve “yetersiz şüphe” ifadeleri, suçlu bir karar almanın zor olduğu durumları belirtir ve bu durumlar beraate yakındır. Ancak, “dava açma erteleme” (起訴猶予), suçu kanıtlayabilecek kanıtların bulunduğu ve yargılama yapıldığında suçlu olma olasılığının da bulunduğu durumları ifade eder. Bu nedenle, aynı davanın açılmaması durumunda bile, nedenlere bağlı olarak farklı anlamlar taşır.
İtibar İhlali Davaları
Şimdi, bir kişinin tutuklandıktan sonra dava açılmaması durumunda, tutuklama haberlerinin itibar ihlali olup olmadığını, geçmişte yaşanan itibar ihlali olaylarına dayanarak mahkeme kararlarını açıklamaya çalışacağız.
İlk olarak, dolandırıcılık ve iş yasalarına aykırılık iddiasıyla dava açılan ve belgelerin gönderildiği bir işletmenin dava açılmaması durumunda, gazete haberleri nedeniyle itibarının zedelendiğini iddia ederek tazminat talep ettiği bir durumu ele alacağız.
Şüpheli Beraat Ettiğinde İtibar Zedelenmesi
İşletme X, bir hastane satışı hakkında, Şubat 1993 (Heisei 5) tarihinde alıcı A tarafından dolandırıcılık ve ‘Japon Emlak İşlemi Yasası’ ihlali suçlamalarıyla dava edildi ve belgeleri savcılığa gönderildi.
Y Gazetesi, aynı yılın 20 Ekim tarihinde, işletme X’in hastaneye büyük miktarda teminat ayarlandığı bildirilmeden 3 milyon yen kapora almakla suçlandığı bir makale yayınladı. Daha sonra, işletme X hakkında dava açılmadı ve A tarafından açılan sivil dava da kazandı. 1997’de (Heisei 9) Y Gazetesi’ne karşı tazminat talep etmek için dava açtı.
Birinci derece mahkeme kararı şöyleydi:
“Y Gazetesi’nin makalesi anonim olmasına rağmen, işletme X’i neredeyse belirleyebilir, belirtilen şüpheli olayın ayrıntıları ayrıntılı ve somut bir şekilde belirtilmiştir. Başlıkta ‘Büyük miktarda teminatın ayarlandığı bir hastane satışında’ ve ‘3 milyon yen kapora alır’ şeklinde kesin bir vurgu yapılır, dolandırıcılık ve yasa ihlali şüphesi yoğundur. Bu, işletme X’in toplumdaki değerini düşürür ve itibarını zedeler. Ancak, gerçekliğin kanıtlanması yapılmamıştır ve gerçeği yanlış anlama konusunda makul bir neden yoktur.” Sendai Bölge Mahkemesi, 22 Temmuz 1997 Kararı
Bu nedenle, Y Gazetesi’ne 600.000 yen ödeme emri verildi.
Y Gazetesi’nin, birinci derece mahkeme kararını kabul etmeyerek temyiz ettiği mahkemenin kararı şöyleydi:
“Bu makale, birinci derece mahkeme kararının belirttiği gibi işletme X’in itibarını zedeler. Dava dosyasının savcılığa gönderilmesi hakkındaki haberler, beraat eden olayları da içerdiği için ifade üzerinde dikkatli bir düşünme gerektirir. Makalenin içeriği, şüpheli olayın soruşturma organları tarafından yapılan inceleme veya röportajlar gibi araştırmalarla desteklendiği ve şüphenin yoğun olduğu izlenimini güçlü bir şekilde verir. Gerçekliğin kanıtlanması gereken konu, şüphenin araştırmalarla desteklendiği ve yoğun olduğu gerçeğidir, ancak bu kanıtlanmamıştır.
Ayrıca, Y Gazetesi’nin röportajı, ilgili polis karakolundan şüphenin yoğun olduğu izlenimini almadı ve ayrıca, ilgili kişilerden hiçbir durumu dinlemedi ve gerçeği yanlış anlama konusunda makul bir neden olduğunu kabul edilemez.” Sendai Yüksek Mahkemesi, 26 Haziran 1998 Kararı
Bu nedenle, işletme X’in zararı 600.000 yen olarak kabul edildi ve Y Gazetesi’nin temyiz başvurusu geçersiz olduğu için reddedildi.
Bu olaydaki yasadışılığın varlığı
Japon Ceza Kanunu Madde 230 (Onur Kırıcı Davranışlar)
1. Herhangi bir kişinin onurunu açıkça ve gerçek bir durumu belirterek kıran kişi, durumun gerçek olup olmadığına bakılmaksızın, 3 yıla kadar hapis veya para cezası ile cezalandırılır.
2. Bir ölünün onurunu kıran kişi, yalan bir durumu belirtmediği sürece cezalandırılmaz.
Japon Ceza Kanunu’nun 230. maddesine göre, onur kırıcı davranışın oluşabilmesi için üç temel unsur vardır:
- Açıkça ⇨ Genel halkın bilgi edinebileceği bir yöntemle
- Gerçek bir durumu belirtmek ⇨ Belirli bir durumu belirtmek (Durumun gerçek olup olmadığı önemli değildir)
- Bir kişinin onurunu kırmak ⇨ Bir kişinin toplumsal değerlendirmesini tehlikeye atabilecek bir durum yaratmak
Onur kırıcı davranışın oluşum koşulları hakkında aşağıdaki makalede daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.
https://monolith.law/reputation/defamation[ja]
Bu olayda, Y Gazetesi’nin makalesi, X işletmesinin belirlenmesinin kolay olması ve şüpheli durumun belirgin bir şekilde belirtilmesi nedeniyle, X işletmesinin toplumsal değerlendirmesini düşürerek onurunu kırdığı için onur kırıcı davranışın oluşum koşullarını karşıladığı söylenebilir.
Ancak, onur kırıcı davranışlar için Japon Ceza Kanunu’nun 230.2 maddesinde belirtilen “yasadışılık engelleme nedeni” varsa, yasadışı sayılmaz. Ancak, Y Gazetesi’nin haberleşme amacının “kamu yararını sağlamak” olduğunu varsaysak bile, gerçeğin kanıtlanmamış olması nedeniyle uygulanmaz.
Bu şekilde, basın organlarının şüpheli bir kişinin belgelerini göndermesini ele alırken, suçsuz olup olmadığından ziyade gerçekliğin kanıtlanmaması ve suçlu olduğu izlenimini vermesi durumunda, onur kırıcı davranışla suçlanma olasılığı yüksektir.
Şüphelinin Suçsuz Bulunduğu Durumlarda İtibar Zedelenmesi
İkinci olay, birinci derece mahkemede suçlu bulunan şüphelinin temyiz mahkemesinde suçsuz bulunması ve suçla ilgili ifadelerde bulunan kişiye karşı itibar zedelenmesi nedeniyle tazminat talep edilmesi durumudur.
H Telefon Şirketi’nin CEO’su B, “şirket fonlarının zimmetine geçirilmesi” ve “şirketin sahip olduğu sanat eserlerini evine götürerek zimmetine geçirme” suçlamalarıyla işyerinde hırsızlık suçundan yargılanmış ve 1985 (Showa 60) yılında 26 Nisan’da verilen birinci derece mahkeme kararında kısmen suçlu, kısmen suçsuz bulunmuştur.
H Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörü A, 1986 (Showa 61) yılında 25 Şubat’ta yayınlanan “Rüşvet Hikayeleri” adlı kitabında, CEO B’nin “şirket fonlarının zimmetine geçirilmesi” hakkında, birinci derece mahkeme kararına dayanarak ayrıntılı bir şekilde yazmış ve kısmen suçsuz bulunan eylemleri de ele almıştır.
1991 (Heisei 3) yılında 12 Mart’ta verilen temyiz mahkemesi kararında, birinci derece mahkeme kararının kısmen suçlu bulduğu CEO B’nin “şirket fonlarının zimmetine geçirilmesi” tamamen suçsuz bulunmuş, “şirketin sahip olduğu sanat eserlerini evine götürerek zimmetine geçirme”nin sadece bir kısmı suçlu bulunmuş ve temyiz mahkemesi kararı kesinleşmiştir.
CEO B, “Rüşvet Hikayeleri” makalesinin itibarını zedelediğini iddia ederek Profesör A’dan tazminat talep etmiş ve birinci derece mahkemede CEO B’ye yönelik itibar zedelenmesi nedeniyle haksız fiil sorumluluğu kabul edilmiş ve Profesör B’ye 500.000 yen tazminat ödenmesi emredilmiştir.
Bu durumu kabul etmeyerek temyiz eden Profesör B’ye karşı mahkemenin kararı şu şekildedir:
İtibar zedelenmesi, eylemin halkın çıkarlarına ilişkin bir gerçekle ilgili olduğu ve amacının tamamen kamu yararını hedeflediği durumlarda, belirtilen gerçeğin önemli bir kısmının gerçek olduğunu kanıtlamak, bu eylemin yasadışı olmadığını gösterir. Ayrıca, gerçek olduğunu kanıtlamak için bir kanıt olmasa bile, eylemci bunun gerçek olduğuna dair makul bir nedeni olduğunda, bu eylemde kasıt veya ihmal yoktur ve haksız fiil oluşmaz.
CEO B’nin birinci derece ceza mahkemesi kararında gösterilen gerçekler ve karar gerekçesinde kabul edilen gerçekler hakkında, Profesör A’nın bunları gerçek olarak belirttiği durumlarda, özel bir durum olmadıkça, daha sonra temyiz mahkemesinde bu gerçeklerin farklı olduğuna dair bir karar verilse bile, belirtilen gerçekleri gerçek olarak kabul etmek için makul bir neden olduğunu söylemek gerekir.
CEO B’nin birinci derece ceza mahkemesi kararında kabul edilen gerçekler ve “Rüşvet Hikayeleri”nde Profesör A’nın belirttiği gerçekler arasında bir özdeşlik olduğu anlaşılmaktadır, bu nedenle Profesör A’da kasıt veya ihmal kabul edilemez.
Yargıtay, 1999 (Heisei 11) 26 Ekim Kararı
Bu nedenle, Profesör A’nın itibar zedelenmesi nedeniyle haksız fiil oluşmamıştır.
İlgili Konudaki Yasal Durum
Japon Ceza Kanunu Madde 230/2 (Kamu Yararına İlişkin Durumlar İçin Özel Hüküm)
⒈ Birinci fıkradaki eylemin kamu yararına ilişkin bir durumu ilgilendirdiği ve amacının tamamen kamu yararını sağlamak olduğu kabul edildiğinde, durumun doğruluğunu değerlendirir ve doğru olduğunun kanıtı varsa, bu durumu cezalandırmaz.
⒉ İlk fıkradaki hükümlerin uygulanması hakkında, kamu davası açılmamış kişinin suç eylemi, kamu yararına ilişkin bir durum olarak kabul edilir.
⒊ Birinci fıkradaki eylemin bir kamu görevlisi veya seçimle belirlenen bir kamu görevlisi adayı ile ilgili olduğu durumlarda, durumun doğruluğunu değerlendirir ve doğru olduğunun kanıtı varsa, bu durumu cezalandırmaz.
Bu konu, iftira eyleminin “kamu yararını sağlama amacı” ile ve “doğru olduğunun kanıtı” olduğunda yasal engel teşkil eden bir durum olarak kabul edildiği ve iftira eyleminden sonra şüphelinin belirtilen kısmı hakkında beraat kararı almasına rağmen yasal olmadığı kabul edilen bir olaydır.
Ceza davasının ilk duruşmasındaki kararın içeriği, “gerçeği doğru olduğuna inanmak için makul bir neden” olarak, Japon Ceza Kanunu Madde 230/2’nin 1. fıkrasındaki “gerçeğin kanıtı” ile eşdeğer olarak kabul edildi.
Ayrıca, iftira suçunun yasal engelini aşma hakkında aşağıdaki makalede ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
https://monolith.law/reputation/libel-law-utility[ja]
Özet
Facebook, Twitter, Instagram, LINE gibi sosyal medya platformlarının hayatımıza derinden nüfuz ettiği bu dönemde, iftira ve hakaret sonucu oluşan itibar zedelenmesi sorunlarının ne zaman başımıza geleceği bilinmiyor.
Ancak, bir kez bu durumun tarafı olduğunuzda, itibar zedelenmesinin oluşum koşulları, yasadışılık engelleme faktörleri, eylem anındaki durum gibi çeşitli unsurların incelenmesi gerekmektedir.
Bu tür hassas konuları tek başınıza düşünmek yerine, uzman hukuk bilgisi ve deneyimli bir hukuk firmasına erken bir aşamada danışmanız ve uygun tavsiyeler almanızı öneririz.
Category: Internet